Beynimiz, Evrensel Öz’ün tüm özelliklerini holografik olarak barındıran bir tür titreşimden ibaret yapıdır. Evrende sayısız dalga boyları ve anlamlar vardır,beyin onları değerlendirir ve yeni anlamlar oluşturur. Evrenin özünden gelen anlamları, bildiğimiz boyuta dönüştüren de beynimizdir. İdrak da beynimizin sentez kabiliyetidir.

Bundan 2000 sene evvel Çinliler insan vücudunda ying yang gerçeğini bulmuşlardır. Vücudun sağ yanında “yang” adını verdikleri pozitif enerji, sol yanında da “ying” adını verdikleri negatif bioelektrik enerji vardır.

Beyinden tüm vücuda yayılan pozitif ve negatif bioelektrik enerji, herhangi bir düzensizlik olduğu zaman çeşitli hastalıklara rahatsızlıklara yol açar. Bu kanal üzerinde belli noktalar bularak buradan “akupunktur” dediğimiz tedavi metodunu bulmuşlardır.

Vücudun sol yanında “negatif”i, sağ yanında “pozitif”i oluşturan bu 2 güç; beyindeki oluşumlar sonucunda tüm duygu, düşünce ve faaliyetleri mikrodalga enerjiye dönüştürerek, “mikrodalga beden”e yükler...

Kuantum potansiyelde dalga, frekans yoktur. Kozmik açılım platformu, frekans okyanusuyla doludur. Sonsuz sayıda farklı frekanslar vardır. Varlık, frekans bloklarından oluşur. İnsanlarda belirli frekans bloklarından oluşmuştur. Beyinde, görme merkezindeki nöronların da belirli bir frekans blokları vardır.

Beyin, büyük bir frekans yumağıdır, diğer yapılardan farklı olarak, en yüksekten en düşüğe tüm frekans çeşitliliği ile donatılmıştır. Beyinde nöronların farklı frekanslar içerdikleri bilimsel olarak ispatlanmıştır. Genel olarak insana zararlı maddeler düşük frekanslıdır.

Görme esnasında göz ile algılanan ışık, elektriksel yolla görme merkezine gelir. Burada belirli anlamlara dönüştürülmüş frekansların etkinliğiyle görme olayı gerçekleşir. (TV’ye gelen dalgaların görüntüye dönüştürülmesi gibi… )

Yaşamlarını sadece yemek, içmek, uyumak gibi bedensel ihtiyaçları karşılama üzerine kuran insanların beyinlerinde düşük frekanslar hakim olur.

Pablo Neruda’nın şiirinde pek güzel söylediği gibi:

Yavaş yavaş ölürler seyahat etmeyenler
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar, müzik dinlemeyenler

Vicdanlarında hoşgörmeyi barındıramayanlar,
Yavaş yavaş ölürler...

Alışkanlıklarına esir olanlar, her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,

Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,
veya bir yabancı ile konuşmayanlar,

Yavaş yavaş ölürler...

İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan kaçanlar,
tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek

istemekten kaçınanlar,

Yavaş yavaş ölürler...

Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,

Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar.

Yavaş yavaş ölürler ......

Güçlü gelen bir frekans grubu, düşük frekans grubunu etkileyerek güçlendirir. Böylece anlam blokları meydana gelir. İnsanlar senkronize oldukları frekansların yüksekliği kadar evrensel öz’e yaklaşır.

İnsan; görme, işitme, tat alma, koklama ve dokunma duyuları ile maddeyi algılar. 5 duyu ile dışarıdan alınan enerji dalgaları, elektrik dalgaları biçiminde beynin çalışma özelliklerine yansıtılır. Beynin içinde görüntü ya da koku duyusu yoktur. Alınan görüntü ya da kokunun dalga frekanslarına göre beyinde önceden belleğe kayıtlı frekansların karşılaştırılması sonucunda duyu algısı ortaya çıkar. Madde algısını yaratan beyindir.

Einstein’in İzafiyet Kuramına göre madde, enerjinin bir beliriş biçimidir. Madde, insana göre beynin yarattığı “göreceli” bir kavramdır. Aslolan enerjidir.

Tüm kronik hastalıklar doğrudan ya da dolaylı olarak genetik etki altında gelişir. Doğrudan genetik etki, organların yapısal bozuklukları demektir.

Tüm hastalıkların %10’u doğrudan organik genetik kökenli hastalıklardır. Tıp bilimi %10 hastaların üzerine kuruludur. Geri kalan %90’lık büyük bir bölüm, gerçek hastalıkların dolaylı genetik etkileriyle ortaya çıkar.

Örneğin, şeker hastalığı tip 1 olarak ifade edilen ve çocukluk döneminde başlayan hastalıktır. Tip 2 şeker hastalığı, bedenin iyi yönetilmediğinin bir göstergesi olarak kan şeker düzeyi yüksekliği ile kendini gösteren bir klinik bulgudur. Tüm şeker hastalıklarının ortalama %90’ı tip 2’dir.

Gerçek kalp hastalığı, kalbin kas ya da kapak anormalliğiyle kendini gösterir. Kalp damar hastalıkları, ritm bozuklukları, çarpıntılar; gerçek kalp hastalıkları değildir.

Çare, fark etmektir. Farketmek, bitki ve hayvan dahil tüm varlığın özünü, bir bütün içinde, kendi özünde hissedebilmek, benlik kaygısını ortadan kaldıracak düşünceyi yaşamına yansıtabilmektir. Benlik kaygısız yaşam biçimi varolan tüm varlıklara hoşgörü ve karşılıksız paylaşım demektir.

Bunun için, önce sorunu idrak etmek, ardından değişimi kabullenmek ve sürekli yenilenmek gerektir.

Hz.Mevlana’nın dediği gibi;

Gül düşünürsen gülistan olur,diken düşünürsen dikenlik olursun.

Düşüncelerimize ve ağzımızdan çıkan sözlere çok dikkat etmeliyiz.

Niçin değişmeliyiz; çünkü: şüphe sorguyu, sorgu araştırmayı getirir.

Çocuğumuz çok sık ateşleniyorsa nedeni bakteri ya da virüslerdir. Görünmeyen neden ise çocuğumuzun bağışıklık sistemidir. Çocuğumuzun bağışıklık sistemini bozan nedenleri; beslenme ve stres üzerinde yoğunlaştırmak gerekir. Sürekli süt, unlu besinler ve şekerle beslenen çocukların bağışıklık sisteminin iyi çalışması beklenemez. Çocuğunuz sık hasta oluyor ise nedenini önce, bu tarz beslenme alışkanlığı oluşmasına izin veren kendimizde aramalıyız.

Görüldüğü gibi, akıl ile düşündüğümüzde, karşımıza “kendimiz” çıkıyoruz. Bizi rahatsız eden sorunun kaynağını önce kendimizde, düşünme ve davranış sistemlerimizde aramalıyız.

Üye Ol Şifremi Unuttum	Giriş
İle Giriş
linkedin giriş İle Giriş

	Esentepe Mah. Talatpasa Cad. No:5 Kolektif House C4 Sisli İSTANBUL
	+90 212 807 08 10
	naregitim@naregitim.com

Duyurular

Üye Girişi

Linkler

Linkler

Takip Edin

Bize Ulaşın